Amerika’nın en saygın belgesel yönetmenlerinden Ken Burns, ülkesine duyduğu sevgiyi sadece başarılarla değil, aynı zamanda eleştirilerle de ortaya koyuyor. “Ülkemi seviyorum” diyen Burns, bu sevginin ancak gerçekleri tüm yönleriyle kabul etmekle mümkün olduğunu vurguluyor.
Burns’ün son dönemde büyük ses getiren yapımlarından biri olan “The U.S. and the Holocaust”, yalnızca Nazi Almanyası’nı değil, aynı zamanda ABD’nin Holokost’a verdiği tepkileri, iç politikadaki antisemitizm ve göçmen karşıtlığını da ele alıyor. Bu yönüyle belgesel, Amerikan toplumunun yüzleşmekten çekindiği bazı tarihsel gerçekleri cesurca gündeme taşıyor.
Müziğin arkasındaki tarih: “Country Music”
Ken Burns yalnızca siyasi tarihle değil, kültürel hafızayla da ilgileniyor.
Ödüllü “Country Music” belgeseli, Amerika’nın kültürel çeşitliliğini country müziğin evrimi üzerinden anlatıyor. Afrikalı Amerikalılardan Kızılderililere kadar birçok halkın müzikal etkisini görünür kılan yapım, müziği bir ulusun ruhunu yansıtan araç olarak ele alıyor.
Ken Burns’un yaklaşımı: Tarih duyguyla anlatılır
Burns’ün belgesel sinemasındaki farkı, tarihsel olayları yalnızca akademik belgelerle değil, kişisel hikâyeler ve duygusal bağ kuran anlatımlarla aktarmasında yatıyor. Ona göre tarih, sadece geçmişin bilgisi değil; bugünle bağ kurmak için güçlü bir araç.
“Amerika’yı sevmek, onun geçmişindeki hataları da görmekle mümkündür.”
Bu söz, onun anlatım biçiminin temelini oluşturuyor.
ABD’nin karanlık yönlerini görünür kılmak bir görev
Ken Burns, Amerikan tarihinde sıkça göz ardı edilen ya da sansürlenen konuları merkeze alarak, izleyicilerini düşünmeye ve sorgulamaya davet ediyor.
-
Irkçılık,
-
savaş suçları,
-
politik suskunluklar
ve daha fazlası, onun belgesellerinde eleştirel bir gözle yer buluyor.
Sevgi, yüzleşmekten geçer
Ken Burns’ün belgeselleri, ülkesini idealize eden değil, doğru anlamaya çalışan bir bakış açısı sunuyor.
Amerikan tarihinin hem aydınlık hem karanlık yönlerini anlatırken, gerçek sevginin sorgulamakla mümkün olduğunuhatırlatıyor.