Türkiye’de tekstil ve hazır giyim sektörü, uzun yıllardır ekonominin taşıyıcı kolonlarından biri. İhracatta önemli bir paya sahip, yüz binlerce insan için doğrudan, milyonlarca kişi için dolaylı bir geçim kaynağı. Anadolu’nun pek çok kentinde tekstil sadece bir iş alanı değil, şehir ekonomisinin kendisi. Bu yüzden sektörde yaşanan her sorun, sadece firmaları değil, geniş bir toplumsal alanı etkiliyor.
Bir süredir “en kötüsü geride kaldı” deniliyor. Sahadaki tablo ise bunu doğrulamıyor. Zor bir dönem bitti ama daha da zor bir dönemin eşiğindeyiz.
Bugün tekstilciler en çok Mısır’ı konuşuyor. Düşük asgari ücret, esnek çalışma yapısı ve devlet destekleri ciddi bir rekabet baskısı yaratıyor. Ancak mesele Mısır’la sınırlı değil. Çin, Hindistan, hatta Rusya bile artık Türkiye’den daha ucuz iş gücü sunabiliyor.
Bu tablo bize net bir şey söylüyor: Ucuz iş gücüyle rekabet dönemi kapandı.
Bir dönem yüksek kur, bir dönem teşvikler sektöre zaman kazandırdı. Ama bu araçlar artık eskisi kadar etkili değil. Kur arttıkça maliyetler de artıyor. Teşvikler ise sınırlı, geçici ve herkese yetmiyor. Sadece üretim yaparak, düşük kâr marjıyla ayakta kalmak her geçen gün daha zor hale geliyor.
Yeni dönemde ayakta kalacak firmaların profili netleşiyor. Ucuz üretim yapanlar değil; markalaşabilen, tüketiciyle doğrudan bağ kurabilen firmalar yoluna devam edecek. En kritik nokta ise işletme sermayesi. Sürekli finansmana ihtiyaç duyan yapılar bu dönemi taşımakta zorlanacak.
Tekstil, Türkiye için hâlâ vazgeçilmez bir sektör. İhracattaki payı, istihdama katkısı ve sosyal etkisi göz ardı edilemez. Ancak bu önemi korumanın yolu, eski alışkanlıklarda ısrar etmekten geçmiyor. Yeni bir iş modeli, daha güçlü bir finansal yapı ve gerçek bir marka stratejisi artık tercih değil, zorunluluk.
Zor dönem geride kaldı diyenler yanılıyor. Asıl zor sınav şimdi başlıyor.
Yorumlar
Kalan Karakter: